30 Ekim 2010

Fadik Sevin Atasoy: Günah Keçisi Seçildim...

Fadik Sevin Atasoy tiyatroda doğup büyümüş bir oyuncu. Önce ABD ve Bulgaristan’da tiyatro kurdu, sonra sevişme sahneleriyle eleştirildiği Zeynep’in 8 Günü İskenderiye’de Artistik Başarı Ödülü aldı. Atasoy “Günah keçisi seçildim” deyip ekliyor; “Sonraki nesil rahat edecekse, buyursunlar.”
 
Anneniz de, babanız da tiyatro kökenli. Böyle bir ailede doğunca insan ister istemez kendini sahnede mi  buluyor?
Benim doğum günüm 1 Ekim, perdelerin açıldığı gün. Ben tiyatronun içine doğdum. Babam da sahnede  öğreniyor benim doğumumu. Annem hastanede. Prömiyer gecesi sahnedeyken kulağına fısıldıyor bir arkadaşı  “Kızın oldu” diye, daha önce yazdığı oyunun adı Fadik Kız olduğu için “Adını Fadik koysunlar” diyor. Gözümü açtım, kulisteydim. Kostümlerimi üzerime örterlerdi, altımı kuliste değiştirirlerdi, piyanonun üzerinde uyurdum. Benim için çok büyülü bir ortamdı. Bütün replikleri ezbere biliyordum. Annem anlatır, çok sert bir rejisör  varmış, provalara kimseyi almazmış, beni alırmış. Beş-altı yaşında bütün oyunu da ezberleyip unutanların suflesini de ben verirmişim. Hatta “Küçücük çocuk ezberledi, siz yapamadınız ezberinizi” diye kızarmış  oyunculara. Tiyatro benim evimdi, oyunları, şarkıları ezbere bilirdim. Konservatuara gittiğimde, ansiklopedi gibiydim. İnsanlar “Sen 1963’teki oyunu nereden biliyorsun” diye sorardı. Evimizin içi sanatçılarla, yazarlarla  doluydu. Cüneyt Gökçer’in müdürlük yaptığı, tiyatronun altın çağını yaşadığı dönemlerdi o zamanlar...
Çocukluğunuz hep tiyatroda mı geçti? Sokak arkadaşlarınız yok muydu?
Yoo, onu da yaşadım ben. Erkek çocuğu gibiydim, dallardan inmeyen, inatçı ama daha çok tiyatrodaydım. Babamın takma bıyıklarını, annemin peruklarını takardım. Oyun biterdi matine, suare arası kendi başıma oyunlar oynardım. Oynamadığım oyunlardaysa, seyirciyi rahat bırakmazdım. Küçük Tiyatro’nun sağ tarafında bir loca vardı, orada otururdum. Gelen seyircilere oyunu anlatıp ben oynamaya kalkardım. Sonra şikayet  etmişler “Küçük bir kız var bizi rahat bırakmıyor, oyunu anlatıyor” diye. “Şimdi annem çıkacak şöyle yapacak, babam çıkacak böyle yapacak” diye anlatır dururmuşum.
“Annem-babam çatışmalar altında turnelere çıktı” demişsiniz. O günleri nasıl hatırlıyorsunuz?
80’li yıllar kolay olmayan dönemlerdi. Çatışmalar çoktu. O dönemlerde çok büyük tehlikenin, çok çatışmanın altında kaldı onlar. Ben kulisteydim ama dışarıdaki çatışmaları hep duyuyordum. O turne otobüslerinde orta  kulak iltihabı olmuştum. Kulağıma kostüm bastılar. Gazlı bez falan yoktu. Sirk çadırında yaşayan çocuklar gibi yaşadım resmen. Onun etkisini hâlâ hissediyorum, kendimi bir yere ait hissedemiyorum. Sürekli gitme arzusundayım. Arkadaşlarım dalga geçiyor. Her sene bir yere taşınırım ben, eşya atarım. Bir türlü eşya  alamam. Şimdi yine taşınıyorum. Annem şaşırdı zaten “Bu evde iki sene kaldın hayret” diye. Ama dünyanın her yerinde yaşayabilme gücüne de sahibim. Hiçbir yerde kendimi yabancı hissetmiyorum. Çalıştığım her yer benim evim.
Geçen yıl ABD Broadway’de tiyatro kurup, Kanlı Nigar oyununu sergilediniz. Türkiye’de herkes Hollywood  hayali kurarken, siz nasıl orada tiyatro yapmayı başardınız?
Babam bir oyun oynamak için oraya gitmişti. Oradaki ekip ona teklifte bulundu, “Bir tiyatro kuralım başına da siz geçin” dedi. Babam da bana “Bunu ancak seninle yaparım” dedi. O dönemde Zeynep’in 8 Günü filmini  hazırlıyorduk. İkinci gidişimde, başvuruları yaptık, oyuncuları seçtik, oyunları belirledik, döndüm, diziyi  bitirdim, atladım tekrar gittim, başladık. 1500 kişi doldurdu Broadway’de salonu. Böyle bir sahneyi  doldurmak bir başarı benim için.
Tiyatronun dünya çapındaki merkezlerinden birinde sahneye çıkmak nasıl bir duygu?

Benim için alkış her yerde aynı. Alkışın ne milliyeti, ne coğrafyası var. Açılış gecemize Hülya Koçyiğit, Şener  Şen, Mahsun Kırmızıgül, Çağan Irmak geldi. Türk Film Haftası nedeniyle gelmişlerdi, bizim oyunumuza da katıldılar. Kanlı Nigar‘ın filminde oynayan Fatma Girik de gelecekti ama Memduh Bey’in rahatsızlığı yüzünden gelemedi. Buraya Harbiye’deki müzikali oynamak için döndüğümde kompozitör Sabri Tuluğ “Fadik sen New York’taymışsın, ben nereden öğrendim biliyor musun” dedi. Bir müzik markete girmiş sahibi, “Dün akşam Türklerin oyununu izlemeye gittim Broadway’de, çok beğendim” demiş. Fısıltı gazetesinden aldık tepkileri.  Türk tiyatrosunu orada tanıtabilmeyi hedefliyoruz. Ekim ayında yedi eyalette turne yapacağız. Benim burada  hem filmimin hem dizinin çekimlerim devam ediyor. Bir yandan bir senaryo grubu oluşturduk, seneye çekmeyi planladığımız bir sinema filminin çalışmalarını yapıyoruz. Mayıs-haziran gibi ABD’ye gitmeyi planlıyorum.
Kısa bir zaman birçok proje sığdırdınız. Şimdi geriye dönüp bakınca, Bilkent’te okuyan Fadik Sevin  Atasoy’dan bugüne kadar aldığınız yolu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben kendimi bildim bileli çalışıyorum. TRT Radyo Çocuk Kulübü’nde, Devlet Tiyatrosu’nda çalıştım  üniversiteden önce. Deli gibi çalışıyorum zaten. Oyunculuğu iş olarak görmüyorum, bu bir varoluş biçimi. “Star” diyorlar ya, ben bunu kabul etmiyorum. Ben yıldız değilim sadece oyuncuyum. Yıldızın parlayabilmesi  için arkasında siyah bir fona ihtiyaç vardır, oyuncunun parlayabilmesi içinse, sadece bembeyaz bir perdeye, ışıl bir sahneye ihtiyaç var. Kendi adıma starlığı kabul etmiyorum ve istemiyorum, ben oyuncuyum. Asıl meziyet ışıl ışıl parlayan bir yerde de parlayabilmek.
Oyunculuk popüler olmayı da sağlayan bir iş aynı zamanda ama siz  hamallığını da yapıyorsunuz...
Gönüllü olarak. Ekmek kapım diziler. Oradan kazandığım parayla, ücret talep etmeden düşük bütçeli bir filmde rol alabiliyorum ya da ABD’ye gidip kazanç gözetmeden bir tiyatro kurup, orada çalışıyorum.  Kazandığımı oraya yatırıyorum. Onun manevi karşılığını bana hiçbir şey veremez. Bir sinema filmi çektiğim  zaman onun ödüllendirilmesinin değerini hiçbir şey veremez. Zeynep’in 8 Günü filminde hiç para almadan rol  aldım, İskenderiye Akdeniz Ülkeleri Uluslararası Film Festivali’nde “Artistik Başarı” ödülünü aldı. Şimdi Chicago’ya gidiyor. Oyunculuk lüksümü kendim yaratıyorum.
Zeynep’in 8 Günü filmindeki sevişme sahneleri çok konuşuldu. Tiyatro kökenli bir ailede yetişmeniz, hakkınızda yapılan eleştirileri daha kolay göğüslemenizi sağlıyor mu?
Onlar benimle gurur duyuyor biliyorum. Annem geçen gün tekrar izlemiş bir filmimi, tebrik etti, babam bir  galanın ardından alnımdan öptü. Bazen yanlış yönlendiren haberler çıkıyor, babam telefon açıp “Üzerine gelecekler ama sen ne istediğini, ne yaptığını biliyorsun” diyor. Manevi anlamda çok destek oluyorlar.
Sizi her seferinde farklı rollerle görüyoruz, bir dizide kırılgan bir kadın, bir filmde bir Rus, bu dizide çocuğunu bırakmak istemeyen bir ve başı dertten kurtulmayan Türk-Alman karışımı bir anne...Bir rolle özdeşleşmediniz...
O oyunculuk değil, fotoğraf vermek. Çok sıkıldım artık göz süzen, dudak büken tipleri görmekten. Oyunculuk kavramını artık konuşmak lazım. Çünkü oyunculuk bilinmiyor. Oyunculuk seyirciyi bambaşka bir şeye  bürünerek şaşırtabilmek yeteneğidir. Oyuncunun güzel ya da genç olması gerekmez. Ben standart bir oyuncu değilim. Beklenenlerin dışında bir surat olduğum için bunun avantajını sinemada görüyorum. Dudaktan Kalbe dizisinde kırılgan bir kadındım, Son Bahar’da sürekli koşturan, derbeder bir kadınım.
Yeni rolünüze nasıl hazırlandınız?
Almanca zaten biliyordum. Almanya’ya çok sık gittim “Yani yani” diye konuştuğum yerler var, gerçek bir karakterden aldım. Gardırobumda biriktirdiğim Almancı arkadaşlarımın canlanması oldu bu rol.
Oyunculuğunuz için “Bayrağı Fatma Girik, Hülya Koçyiğit ve Müjde Ar’dan devraldım” diyorsunuz.  Neden özellikle bu isimler?
Fatma Hanım’ın zamanında film çekebilmek için nasıl kendi elbise parasından vazgeçtiğini, Hülya Hanım’ın ne uğraşlarla bu işi yaptığını biliyorum. Müjde Ar’ın Türk Sineması’nda yarattığı kadın karakteri emektar,  mücadeleci bir kadındı, hayat kadınını izlenebilecek bir duruma getirdi, çok önemli bir kadın devrimi yaptı.  Onların o zamanki emekleri olmasaydı ben şu anda bu ülkede oyunculuk yapamıyordum. Müjde Ar’ın o  dönemdeki sevişme öpüşme sahneleri çok konuşuldu, çok tartışıldı.
Siz 20 yıl sonra oyunculuk yapan bir isim olarak, böyle sahnelerde daha rahat oynayıp, daha rahat hareket edebiliyor musunuz peki?
Hayır. Zeynep’in 8 Günü‘nde günah keçisi seçtiler beni resmen. Ama benden sonra gelecek nesil açıklama yapmadan sadece oynama lüksüne sahip olacaksa, bana bunun garantisini vereceklerse, buyursunlar canımı yaksınlar. Hiç şikayetçi değilim, ben bir bayrak devraldım. Onu da en iyi şekilde taşımaya çalışıyorum.  Türkiye’de “Ben oynayayım da insanlar anlasın” diye bir lüksüm yok, anlatmak zorundayım. Genç sinemanın  gelişmesi için elimden gelen her şeyi yapıyorum, bu dalganın da bir yere ulaşacağına inanıyorum. İlk filmi olan yönetmenlerde kendimi harcıyorum. Acı çekiyorum, zorlanıyorum bazen ama dişimi sıkıyorum. Elimden gelirse yapıyorum, ben böyle gördüm çünkü. Küçümsenen dizilerden müthiş bir altyapı çıkıyor, teknik anlamda da, senarist anlamda da, yönetmen anlamında da. Keşke dizilerdeki altyapıyı alıp sinemaya taşıyabilsek.
Peki oynamak istediğiniz başka rol var mı?
Henüz yazılmadı o yüzden oturup ben yazıyorum. Onun üzerine düşünmek gerekiyor, onu da benim düşünmem gerekiyor demek ki... Kendim için yazmıyorum bunu, benim zaten kalemim vardı, beklemeye almıştım, artık  onu da harekete geçirmeye çalışıyorum. Bir kadın filmi yapacağız. Andaç Haznedaroğlu olacak yönetmeni.  Kadın dünyasını anlatacak bu film.
Geçen sene Altın Portakal ödül jürisinde yer aldınız. Genç bir oyuncu olarak buraya seçilmek size ne hissettirdi?
Çok gurur duydum. Beni Yönetim Kurulu Başkanı Engin Yiğitgil aradı ve böyle bir teklif olduğunu söyledi.  Çok şaşırdım, çok sevindim. Çok ilgilendiğim, deneyimlerimi aktarmak istediğim bir alandı. Genç sinemayı temsilen benim de yer alıyor olmam çok gurur vericiydi.
Yeni filminiz Usta’nın çekimleri Eskişehir’de sürüyor. Bu dizi temposuyla bir de film çekmek yorucu olmuyor mu?
Şevket Çoruh, Hasibe Eren ve Yetkin Dikiciler’le çalışıyorum. Başıma gelen en güzel oyuncu birliği oldu. Kadro çok yetenekli, dizi pratiğine sahip. Pas attığında o pasın geri geldiğini görmek, pinpon oynar gibi  oynamak bence en güzel lüks.
Fadik Atasoy başka ne yapar?
Bol bol film izler ve film çeker. Oyunculuk dışında şarkı söylemeyi seviyorum. Müzikale olan ilgim devam ediyor. Egzersiz gibi oturup çalarız. En büyük hobim yazmak. Boş kaldığım an oturur yazarım. Bu dizi sayesinde bol bol spor yapıyorum. Hep koştuğum için İstanbul kazan ben kepçe. Bol bol seyahat ederim.  Şimdi Fransızca öğrenmek istiyorum. Dile meraklıyım biraz. İki yıl İtalyan Dili ve Edebiyatı okuyup oyunculuğa geçmiştim. Bulgarca da öğrendim. Bundan sonra öğrenebileceğim kadar Türk dili öğreneceğim.
Ailecek  oturup birbirinizin oyunculuğunu eleştirdiğiniz “Şurada şöyle, burada böyle yapsan daha iyi olur” dediğiniz  oluyor mu?
Ben televizyondan annemi babamı takip ediyorum. Annemin dizisini açıp bakıyorum “Aaa annem iyiymiş”, babama bakıyorum, “Aaaa babam iyiymiş” diyorum. Annem izliyor “Ah kızım çok kilo vermişin zayıflamışın” diye beni arıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder