27 Ekim 2010

Cem Dinç: 17 Yıllık İşçiyim 5 Yıllık Sigortalıyım

Tuzla Tersaneleri’nin tanıklık ettiği acılar uzun zamandır Türkiye’nin vicdanını yaralıyor. Sürekli yaşanan işçi ölümleri, yaralanmalar, devasa gemilerin, kapalı kapıların ardında neler olduğunu düşündürtüyor. Tersanelerde yaşanan ölümlere ve çalışma koşullarına dikkat çekmekiçin 8 yıldır uğraşan Limter-İşBaşkanı Cem Dinç 30 yaşında genç bir sendikacı. “Tuzla’da ortalama yaş 30’dur” diyen Dinç,çalışma yaşamına çocuk yaşta atılmış. İşçi kökenli bir ailenin çocuğu olarak 17 yıldır işçi olan Dinç’in hepi topu 5 yılı yapılmış sigortasıyla emekli olma ihtimali yok, buna bağladığı bir umudu da... O, gemilere bakınca uçsuz bucaksız seyahatleri değil, içinde
yaşanan acıları görenlerden...



Çok gençsiniz. Nasıl sendika başkanı oldunuz, nasıl çalışmaya başladınız?
30 yaşındayım. 13 yaşımdan beri çalışıyorum. Daha önce Kartal’da civata imalat fabrikasında çalışıyordum.  Pres, torna, tesviye. Askerlik bittikten sonra Tuzla'da çalışmaya başladım. Askere gitmeden önce, 1996  yılında işçi örgütlenmesinden haberdar oldum. 98'de askere gittim. Geldikten sonra iş aradım, bulamadım. Her yerde asgari ücretli işler vardı.
13 yaşında ekonomik gerekçelerle mi çalışmaya başladınız?
Okulu bitirdikten sonra okumak istemedim. Çalışmak istiyordum. Bunu söyleyince ailem beni civata atölyesine çırak başlattı. Aslında 18 yaşıma kadar gezdim, tozdum. Çalışmayı seviyordum. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Güreş takımındaydım. Güzel geçti o günlerim.
Nasıl tersanelere geldiniz? Niye Tuzla’da çalışmak istediniz?
Limter-İş sendikasının bir direnişi vardı. 95. gününde arkadaşlarla tanıştım. Tuzla'da ilk Gemak tersanesinde çalışmaya başladım. Burada çalışma nedenim muhalif, sosyalist düşüncelerim. Sürekli grevler oluyor burada. Dünyada ilk grevi yapan tersane, 1870'de. Nerede olursa olsun işçi sınıfı mücadelesi içinde yer almak istiyordum ama İstanbul'da yaşayan biri olarak Tuzla tersanesinde çalışmak istedim. Tamamen bilinçli, iradeli bir tercih bu.
Sosyalizm bilinci nasıl maddi önceliklerinizin önüne geçti? 13 yaşında çocuk işçilikle başlıyorsunuz. Sendikal  hayatla tanışıyorsunuz, askere gidiyorsunuz ve kararlılıkla Tuzla'ya  başvuruyorsunuz. Bu nasıl şekillendi?

Reddetme isteğiyle. Her türlü sorunla karşılaşıyorsunuz, sigorta, ücret, sendikalı çalışma istemi. Sendikalı  çalıştığında yaşamım daha farklı olacak. Kaliteli yaşayabileceksin. Sana arkadaşının üzerine basıp çıkma  dayatılıyor. Verilen parayla yaşamıyorsun zaten. Bir süre sonra artık bunun öyle olmayacağını, sendikal çalışma içine girmek gerektiğini tartıştık. O zaman 18 yaşındaydım. Askerden gelince gene pres işleri yapan yerlere gittim. Ekonomik tercih de yapacaktım. Asgari ücret zaten bana yetmezdi. Tuzla’da işi öğrenip usta  pozisyonuna geldiğinde asgari ücretin iki üç katı alıyorsun.
Tuzla'da bir insan nasıl sendikalı olur, nelerle karşılaşır?
İlk önce iyi bir gözlem yaptım. İşçilerin çalışma koşullarını, kültürel yapılarını. Her şeyden önce kozmopolit bir yer burası. Futbolu düşünen, bireyciliği, bencilliği ön planda olan, “Nasıl ben taşeron olabilirim?” diye düşünen insanlar var burada. Arkadaşının üzerinden para kazanmaya çalışıyor. Diğer yandan, burada günde 24 saat  çalışılıyor. Bir dakika boş kalmasına izin verilmiyor.
İşçilerin çalışma koşulları belli, aldıkları ücret belli. Nasıl olup da biz buradan daha iyi bir yere sıçrayabiliriz, daha çok para kazanabiliriz diye düşünüyorlar?
Mesela önce kaynaktan başlıyorsun. Sonra çalışıp ustalaşınca, bütün kaynak işlerini alma ihtimali doğuyor.  Biraz daha para kazanınca da şirket kuruyorsun. Ahmet'le Mehmet yan yana çalışırken, Ahmet taşeronlaştırma sisteminin içine girince Mehmet burada bir adaletsizlik var demiyor mu? Fark edince hemen buluyor mu  sendikal mücadeleyi? Güven duyması da gerekiyor. İşçi bugüne kadar sendikalar tarafından satıldığı için güven duyamıyor. Sendika para yer, işçiyi savunmaz, patronla anlaşır düşüncesi var. Gelen işçiler arasında şovenizm de var. En son sendikaya karşı yürüyüş yaptıklarında “Bölücüler defolun” pankartı açtılar. Samsun, Kastamonu'dan gelenler ayrı durur. Ben Sivaslıyım. Urfalı Araplar temizlik işi yapar, bekâr evlerinde kalır. Bin, iki bin kişi aynı bölgede yaşarlar ve çok ezilirler. Onlara kaynak torna öğretmezler, geçici işleri yaptırırlar.
Siz Sivaslı olarak hemşerilerinizi bulmadınız mı?
Benim hemşerim çok ama onlar sendikal mücadeleye girmiyor. Hemşerilerim dışında da arkadaşım var. İlk çalışmaya başladığımda sendikalı arkadaşları buldum. Onlar yardımcı oldu. Bir ustanın yanına verdiler. "Öğlen paydoslarında kaynak motorunu açıp çalış" dediler, ben de öyle yaptım. Montaj yapılırken "Şöyle tutacaksın  şöyle yapacaksın" diye öğretiyorlardı. Bu şekilde zamanla öğrendim.
Siz sendika başkanı olarak esnek çalışma saatlerinin, iş güvencesiz çalışmanın mağduru değil misiniz?
Her işçinin olduğu gibi benim de başımdan iki defa ölüm tehlikesi geçti. Bir gemide düşme tehlikesi geçirdim. 30 metre yükseklikte bir gemide kemersiz çalışıyordum. Gece 2 vardiyasıydı. Yemeği yedikten sonra yanımda yardımcı olmadan çıktım. Saçı çektirirken arkamın boş olduğunu görmemişim, ayağım kaydı, demirlere  tutundum. Tutunmasam ölüyordum. Bir kez de başka bir tersane içinde makine ayağı kaynatırken, yakıt  tanklarının üzerine 3 ton ağırlığında profiller vardı. Yatarak çalışıyordum. Profiller kayarak üzerime doğru gelmeye başladı. 7 metrelik profiller arkaları daha ağır olduğu için arkaya doğru kalkıp bacaklarımın yanında durdu. Üzerime gelse ezilmiştim.
Ne hissettiniz?
Götürücüyü döveyim, ağzını burnunu kırayım dedim ama sonra "Götürücünün ne suçu var" diye düşündüm.  Gidip konuştum. Böceklerle zaman kaybedemezsin, asıl büyük balığı yok etmek gerekiyor.  
Gemiler çok yüksek, bundan korkan işçi yok mu? Bunun yorgunluğu var, baş dönmesi var? Siz korkmuyorsunuz mesela?
Benim de yükseklik korkum var ama zamanla biraz alışıyorsun istesen de istemesen de. Bir insan sekiz, dokuz, on saat çalıştığında çok yorulabilir. Sen sabahlara kadar çalışıyorsun. O koşullara ayak uydurmak zorundasın.  Burada her an ölümle burun buruna yaşıyorsun. İlk geldiğimde "Burada çalışacaksan cambaz olacaksın"  demişlerdi. Ufak bir hata ölüme yol açıyor. Biz de sendikalı olduğumuz halde işe girerken, "Bütün haklarımı  aldım" diye yazılı kağıdı imzalamak zorundayız. Dünyanın en bilinçli insanı dahi olsan, o “İşe almıyorum" diyor, sen imzalıyorsun. Kimse burada altı aydan fazla çalışamıyor ki. Günlük düşünüp, günlük yaşıyorsun. Ölümle karşılaşınca doğal olarak ürktüm. Mesaiye kalıyordum. Kimi zaman sabahlıyorduk. 36 saat hiç uyumadan çalıştığımı bilirim.
Siz ne kadar çalıştınız en uzun süre?
En uzun altı ay. Hemen bütün tersanelerde çalıştım. Şu an iş vermiyorlar artık ama.
Sigortasız mı çalıştınız?
Evet. Giriyorsun, bir gün sonra çıkış veriyorlar. İkinci ay yeniden giriş yapıyorlar. Son dönemlerde çalışma günü üzerinden sigorta yapmaya başladılar.
Kaç yıldır çalışıyorsunuz? Kaç yıllık sigortanız var?
Tersanelerde 8 yıldır çalışıyorum. 13 yaşımdan hesaplarsak 17 yıl. 1800 iş günü sigortam var. Aşağı yukarı 5 küsur yıl. Sigorta önemli. Çalışmaya başladığımın üçüncü gününde bir işçi öldü tersanede. Gemiler çok büyük. Aşağıda kimseyi göremiyorsun, korkuyorsun.
Peki Cem Dinç emekli olmayacak mı?
Olmayacak. Bu tersanede böyle çalışıp emekli olan kimse yok. Zaten emekli olacağım diye bir hayalim de yok, insanca çalışma koşulları için mücadele edeceğim. Başka bir işçi böyle düşünmez. "Nasıl taşeron olabilir ya da işi öğrenip nasıl başka işe gidebilirim" diye düşünür. 60 yaşına kadar çalışan var. Bırakınca başka işlerde çalışır.
Babanız da işçi miydi?
Evet, Mopa diye bir firma var Kartal'da. Civata imalatından emekli oldu. 89-90'larda emekli oldu ama hâlâ  çalışıyor.
O emekli olmuş en azından. Kaç yaşında şimdi?
65 yaşında. Biz 3 kardeşiz. Ağabeyim basında çalışıyor. Ablam evde. Pir Sultan Abdal Derneği yöneticisi.  71'de geldik Sivas'tan. Babam hep sendikalıydı. Çelik-İş üyesiydi.
Siz nasıl sendika başkanı oldunuz?
22-23 yaşında yönetime girdim. Yönetimde bir arkadaşım rahatsızlanınca, onun yerine geçtim. Mustafa Barlas  tersanede çalışmaktan kanser hastası oldu. Gemiden denize düşünce vücudunun direnci de düştü. O da ayrıldı. 11 genel kurulda sendika başkanlığına getirildim.
Genç bir başkan olmak işçiler arasında nasıl tepki alıyor?
Uzun zamandır işçiler tanıyor beni. Başkan olduktan sonrada çalışmaya devam ettim. Sendika yöneticiliğini  bildiklerinden dolayı bir alışmışlık var. Zaten burada yaş ortalaması 30. Dolayısıyla benim başkan olmam  garipsenmiyor. Yaşlı biri başkan olsa yadırganır ama.
Sizin tersanelerde çalışmaktan kaynaklı bir rahatsızlığınız var mı?
İşe girmek için doktora gittim geçen, ciğer filmimi çekti, "Epey duman birikmiş, çalışırken maske tak" dedi. İleriki günlerde sorun olabilirmiş.
Sosyal hayatınızda ne yapıyorsunuz?
Ne yapıyorum...Kitap okuyorum, sinemaya gitmeye çalışıyorum. Panellere katılıyorum. Sahile doğru giderim  bazen.
Gemi görünce içiniz bulanmıyor mu?
Yanımda biri varsa, "Bak biz yaptık" diye övünüyorum. "Burası baş kısmı, bu petrol taşıyor, bu asit" diyorum.O gemilere bakınca işçilerin ne kadar kanının aktığını düşünüyorum. Ne dar yerler olduğunu, ne kadar zor çalışıldığını biliyorum. Gemi büyük görünür ama içinde insanın giremediği bölmeler vardır. Kaynak yaparken şekilden şekile girer yanarsın. Mutlaka kaza geçirirsiniz, gözünüze çapak kaçar, kaynak alır.
Sizin başınıza geldi mi?
Çok geldi. Patates koyar yatarsın. Mesela karbon yanığının acısı daha kötüdür. Buz koyarsınız acıyı alır ama  bu kez kılcal damarları soğutup çatlatır çok tehlikelidir. Bazen damla alınır. Bir günde geçmez. İki günlük  raporun olur ama buna rağmen gidip çalışırsın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder