30 Ekim 2010

Ergun Babahan: Ergenekon Basını Özgürleştirdi...

Türkiye’nin en büyük gazetelerinden Sabah’ın en zor yıllarında başında olan Ergun Babahan, şu sıra yoğun çalışma temposuna ara verdi. Artık yaşadıklarına uzaktan bakabilen Babahan’a göre, medya kabuk değiştirme arifesinde...

Türkiye’de gazetecilik kabuk değiştiriyor mu?
Özellikle 2000 krizinin ardından birçok kurumda önemli değişikler yaşandı. Bankacılık sektörü tamamen sıfırlandı, yeniden bir yapısal dönüşümden geçti. Polis teşkilatı, askerî kurumlar arasındaki koordinasyon yeni bir biçime girdi. Bu değişimden nasibini almayan tek yer medya oldu. Türkiye’de medya yelpazesinde gereğinden fazla gazete, gereğinden fazla haber kanalı var. 1985’te Dinç Bilgin’in kurmuş olduğu Sabah’ın  farklı versiyonlarını görüyoruz şu anda. Sabah’ın kurmuş olduğu sistem, farklı siyasi görüşlere yer veriyordu, kısa haberler vardı, mizanpajda rahattı. Sonuç olarak Habertürk birebir Sabah’ın küçültülmüş formatı. Bütün gazetelerde benzer haberler var aslında. Sadece yazarlar farklı oluyor. Biri tek sütun alıyor, biri içeri atıyor, biri kapakta kullanıyor. Tek seslilik var.
Farklı olanlar medya içinde de tecrit ediliyor...
Gazete ve televizyon sahiplerinin güçlerini kullanarak zenginleşme güdüleri öne çıktı. Özellikle çok partili koalisyonlar döneminde. Doğan Grubu medya gücüyle büyüdü. Çok tartışılan ve üzeri kapatılan vergi cezası  bunun örneğiydi. Ha banka hortumlamışsınız, ha bir şirketi kamuya vergi yüküyle devretmişsiniz. Doğan  Grubu’nun İş Bankası’yla ilişkileri, Dış Bank’ın alım süreci, Petrol Ofisi’nin alım süreci, Doğan’dan bağımsız  görünen kimi gazetelerin Vakıfbank aleyhine haber yapması gazeteciliğin nasıl silah haline geldiğini gösterdi. O dönem Petrol Ofisi’nin tamamen Doğan Grubu’na geçmesinden önceki Vatan gazetesinin manşetlerine  bakarsanız, görürsünüz. Tam şantaj, tehdit gazeteciliği. “Sen bana bu hisseyi devretmezsen, ben de bunu yaparım” demek. Bu, gazetecinin ruhunu öldürüyor. Bir de buna grubun çok büyümesi eklenince, kendine sahip olduğundan fazla bir güç atfetmeye başladı. Üniversitede kılık kıyafet düzenleyen yasayla ilgili tartışmalar, cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde ya da kapatma davasında yapılan yayınlar, hatta Ergenekon sürecinde  tamamen Ergenekon’u koruyan, savcıları suçlayan yayınlar bunun tipik örnekleriydi. Medya asli görevlerini bırakıp başka işler yapınca duvara çarpıyor. Sabah’a da bu oldu, Tercüman’a da bu oldu, Simavi belki de o yüzden Hürriyet’i satmak zorunda kaldı. Bu Türkiye’de hep oluyordu ama ilk defa bu kadar ağır çoğunluklu  bir siyasi iktidar var, gücünü doğal olarak kimseyle paylaşmak istemiyor ve medyaya da yerini göstermek  istiyor. Bu sürecin sonunda Türkiye’de medyanın yapısal bir değişimden geçeceğine inanıyorum.
Cumhuriyet’in başından itibaren devlet/medya ilişkisi içiçe...
Dinç bey gazetecilerin yaşam standardını yükseltti. Ama bir süre sonra Doğan’la rekabetinde özellikle  televizyon ve ölçüsüz promosyon harcamaları döneminde rekabet edemez hale geldi. Yakın çevresinde  “Doğan’ın bankası var, ondan bu kadar güçlü” laflarını duyunca o da bir banka alıp gücünü korumaya çalıştı.  Doğan o bankacılık serüveninden akıllıca çıktı. Türkiye’de gazetecilik zengin olma aracı haline geldi. Onun sıkıntısını bugünlerde çekiyoruz. Bugünkü iktidarın da kendine düşmanca bakmayan bir medya oluşturma gayreti var.
Medya/iktidar arasında yaşanan gerginlik eleştiri düzeyinin artmasıyla iyice yükseldi...
İki şeyi ayırmak lazım. Sisteme muhalefetle, hükümete muhalefet arasında bugün kritik bir fark var. Hükümeti  eleştirmek daha kolay, sistemi eleştirmek daha ağır olabiliyor. İsmail Beşikçi sistemi eleştiren bir öğretim  görevlisiydi, ömrünün önemli bir bölümünü cezaevlerinde geçirdi. Aynı şekilde, Taraf çıkana kadar asker  meselesi tabuydu. Eskiden Türkiye’de kişisel özgürlükler de, can güvenliği de tehlikedeydi.
Doğan Grubu ile AKP gerginliğinde iktidar da kimi zaman fütursuzlaştı.
Burası Türkiye. Bütün herkes Türkiyeliler kadar demokrat ya da anti-demokrat. Milli Görüş geleneğinden  gelen, Erbakan’ın dışında kimsenin görüş belirtemediği bir kültür bu. Ama demokrat diye nitelendiren CHP’de dahi bu durum var. Türkiye’de siyasiler eleştiriden hoşlanmıyorlar. Eleştiriyle kişisel hakaret arasındaki ince  çizgiye dikkat edilmesi gerekiyor. İki ucu pis bir değnek bu.
Doğan Medya’da en çok Hürriyet’e yansıdı bu savaş...
Laik kesimin sözcüsü oldu. Ama bunu sadece okuru tatmin etmek için yapmıyor, hükümeti zayıflatmak, kendi  eski gücünü almak kaygısı da var. Türkiye’nin en büyük gazetesi olma iddiasındaki bir gazetenin yayın yönetmeni başbakanla, cumhurbaşkanıyla, hükümetin önde gelen isimleriyle biraraya gelip  görüşemiyor, telefon açamıyor. Eskiden bir telefonda başbakanla konuşan, bütün kabineyi bir davette toplayan grup, şu anda yalnızlaşmış ve terkedilmiş durumda. Onun sancısı da var.
Bu terk edilme sürecinde izlediği politikalar etkin ama...
Tamamen. Bir insana eleştiride bulunmak ayrı bir şey, hasmane tavır içinde bulunmak ayrı. Bir insanın karısının kıyafetine karışmak, “içki kaldırsana” demek, yaşam biçimi empoze etmek rencide edici. Bugün medya grubu olarak ailenizle ilgili haber çıktığında hassas davranıyorsanız, başbakanın, cumhurbaşkanının kendi hakkında çıkan değerlendirmeleri kasıtlı yaptığını düşündüğü insanlara mesafe koyma hakkı vardır.
Hürriyet’in kitle gazetesi iddiası sürüyor mu?
Hürriyet’le Sabah arasında Sabah’ın geçirdiği bunca badireye rağmen bu kadar küçük bir tiraj farkı olması,  fiyatını gönlünce ayarlayamaması gibi konularda sıkıntısı var. Ayrıca Hürriyet kendine dar bir alan seçti ve  Türkiye’de yüzde 47 oy vermiş insanları yok saydı. Yüzde 47’yi yok sayıyorsunuz  ve kitle olma gazetesi iddiasındasınız.
Milliyet’te de bir dönüşüm yaşanıyor şu anda...
Milliyet yaşlı. Onu ne kadar Zafer Mutlu, Tayfun Devecioğlu değiştirecek kaygılarım var. Vatan’la aynı kitleye hitap ediyor. Laiklik kaygıları yüksek, küçük kent burjuvazisi. Karşılarında aynı tabana hitap etmese de benzer bir tabana hitap eden Habertürk var. Orada ciddi sıkıntılar yaşanacağı kesin. Milliyet’in bayii satışının çok çok altlarda olduğunu görebiliriz.
Türkiye’de medyada yönetici konumunda insan nasıl badireler atlatıyor?
Sabah’ın Etibank macerasına kadar olan dönem çok zordu. Etibank’tan sonra hükümetlerle iyi geçinme eğilimi ağır basmaya başladı. 28 Şubat süreci bayağı çatışmalıydı. Yine de 2000’deki krize kadar nispeten özgür bir  ortam vardı. Ama 2000’den sonra gazeteye yabancı sermayenin girişiyle sıkıntı başladı. O açıdan bakınca en keyifli dönemimi TMSF altında geçirdiğimi söyleyebilirim. Hiç müdahale etmediler. İşimiz gazetenin sağ salim iyi bir fiyata satılması, hem Bilgin’in borçlarının, hem de kamu alacağının tahsil edilmesiydi. Çalık’ın yönetiminde belki de o gazeteleri yapamayabilirdik. “Darbeye hayır”, “Meclisi de kapatın” gibi sert manşetler yaptık. Ahmet Ertürk ve arkadaşları ağızlarını açıp hiçbir şey demediler ama çok hoşnut kaldıklarını  sanmıyorum. Onlara bir şey dendiyse bile yansıtmadılar. Çok yorucu bir süreç oldu son yedi yıl benim için. Sabah’a 2002 ağustosunda geldiğimizde tirajı düşmüştü, reklam geliri düşmüştü, maaş ödenemez haldeydi, itibarı yoktu. O iki yıl tamamen gazetenin tirajını yükseltme, inandırıcılığı arttırma çabasıyla geçti. Sonuç itibariyle 450-500 bin sınırında bir gazete oldu.
Dinç Bilgin’den TMSF’ye oradan Çalık’a geçerken insan kendini savrulmuş hissetmiyor mu?
Çok sancılı ve yorgun bir süreç. Zaten yayın yönetmenliğini bırakmamın temel sebepleri o yorgunluk, o yıpranmışlık. Açıkçası Çalık çok kibar bir insan. Dışarıdan bir işadamı olarak medyanın hassasiyetlerin farkında ve ilişkilerini belli bir düzeyde tutuyor. Çok büyük bir sıkıntı olmadı. Çalık Grubu da iktidara yakın olmakla suçlanıyor.. Dünyanın her yerinde gazeteler tavırlarını net bir şekilde koyarlar. Kimse onlara yandaş ya yalaka demez. Ama bütün gazeteler iktidarın görüşünü paylaşırsa ülke zaten renksiz bir hale gelir. Şimdi iktidar yanlısı olmakla suçlanan yazarların hemen hepsi zaten öteden beri böyle yazan insanlar. Ak Parti üzerinden Türkiye’nin demokratik bir ülke olmasını savunuyorlar.
Mesleğe başladığınızda neyle karşı karşıya olduğunuzu biliyor muydunuz?
Ben İzmir’de Yeni Asır’da başladım. Daha kavgacı bir gazetecilik yapıyorduk. Ama 28 Şubat sonrası gazeteci olarak neyle karşı karşıya olduğumu daha çok düşündüm, sorguladım. Hep liberal çizgide olan bir gazetedeydik. Hiçbir zaman devleti, kurumlarını savunan bir çizgide olmadık. Askerle ilişkilerimiz hiç kanka  düzeyinde olmadı, hep mesafeli oldu. Belki Dinç Bey başka bir gazetecilik anlayışından gelseydi bunlar  olmazdı. 28 Şubat’a kadar, Sabah özgürlüklerden, demokrasiden yana olmuştur hep.
Mustafa Balbay, Fatih Çekirge, Şule Talu, Türeyir Köse, Yılmaz Özdil, İlker Sarıer, Cevher Kantarcı, Oğuz Özerdem, Güngör Mengi...
Yeni Asır çok rekabetçi bir gazeteydi. O zaman şartlarında kendi başına 150-200 bin tiraj gücü vardı. Gece 11-11 buçukta insanlar kuyruk olurdu yeni gazeteyi almak için. O şehirde büyümenin avantajları var, kadın  erkek ilişkilerinden tutun da, hoşgörüye kadar. 12 Eylül öncesinde herkesin birbirini tabancayla vurduğu zamanlarda bile, İzmir daha hoşgörülüydü. İstanbul’da gazeteciliğin temposunun düşüklüğü şaşırtmıştı beni. İstanbul‘da muhabirlerin kendi haber çıkartma çabası pek yok.
Ergenekon davası medyaya nasıl yansıdı?
Ergenekon davasının açıklanması bütün değerleri değiştirdi aslında. Artık bildiğimiz şeylerin perde arkasını çok  net görüyoruz. Eskiden Danıştay saldırısı “irtica baskını” diye yorumlanırken, şimdi herhangi bir şey olduğunda, adresin kim olduğu, kimin yaptığı bilinecek. Orhan Pamuk dava başladığında beş korumayla geziyordu, şimdi daha özgürce yaşayabiliyor. Gazetecileri de özgürleştirdi Ergenekon.
Bazı gazeteciler bu konuda ketum olmayı seçtiler ama...
Ergenekon’un bir parçası olması anlamında değil ama kiminin yazarları Ergenekon’dan çıktı. O sürece,  sanıklara sahip çıkarak bir dönemin borcu ödeniyor. Özellikle Hürriyet bu role soyundu. Cumhuriyet’in  yönetim kadrosu bu olayda sanık. Yaptığı nefsi müdafaa, Hürriyet’inki daha değişik bir rol.
Şimdiye kadar küçümsenen Zaman, Yeni Şafak gibi gazeteler de rekabete girdiler...
En ilginci Zaman’ın durumu. 600 binlik bir tirajı var. Bazıları onun toplu alınan gazeteler olduğunu söylüyor. Kırmızı çizgileri fazla olan bir gazete. Darwin yazamazsınız, kadın resimleri göremezsiniz, içki reklamları almaz,  içinde içki olan yemek tarifi kullanmaz. O konuda Yeni Şafak daha önde. Ama Zaman’ın renkli bir yazar  kadrosu var. Forum sayfaları başarılı.
Habertürk?
Habertürk ’ün şu anda kamuyla çok işi var, patlattığı bir haberi olmadı. Pahalı bir ürün. Tahmin ediyorum 90-100 kuruş bir endüstriyel maliyeti var. Şu anda Hürriyet hariç bütün gazeteler promosyonla ayakta duruyorlar. Hürriyet bile Bekir Coşkun’un ayrılmasıyla promosyon arayışına girdi. Habertürk hem Milliyet ’i, hem Hürriyet ’i, hem Vatan’ı sıkıştırıyor açıkçası. Sabah’ın yerini alma iddiasıyla çıktı ama öbürlerini daha
çok sıkıştırıyor.
Okur ne istediğini biliyor mu?
Türkiye’de gazete okuru var da gazete satın alma alışkanlığı yok. Bunu en çok uçaklarda görüyoruz. Eğer uçakta çok gazeteyle oturursanız, çevrenizdeki herkes sizden gazete ister. İnsanlar bir 50 kuruş verip gazete almayı akıllarına getiremezler. Doğan gazetelerinin okuru olmak istemezdim bir de. Çünkü yöneticilerin de kafası karışık, okura da yansıyor bu karışıklık haliyle. Şu anda Doğan’da yönetici olmak da o gazeteleri alıp okumak da zor. Şimdi bakınca bir Taraf çıktı. Star, Taraf kadar uçmasa da iyi işler yapıyor, Yeni Şafak bazen iyi haberler sunuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder